16-) On birinci Hakikat
Üstadımız bu on birinci delilde, insana verilen kıymetten bahsetmiş ve bu cihetle ahirete bir pencere açmıştır. Delili şöyle özetleyebiliriz:
Hiç mümkün müdür ki Cenab-ı Hak, insana bu kadar kıymet versin, onu sevsin, kendisini ona sevdirsin ve her vakit ona kıymet verip sevdiğini nimetleriyle hissettirsin ve daha sonra onu yokluğa mahkûm edip bir çiçeği yaratmak kadar kendisine kolay olan cenneti onun için yaratmasın, ebedî saadete onu mazhar etmesin? Hayır, asla olmaz!
Bu delilde ilk önce, insana verilen kıymetten bahsedecek ve bu kıymetin işaretlerini maddeler hâlinde beyan edeceğiz. Aslında her bir madde için genişçe bir izah yapılabilir, ancak bizler delili uzatmamak için maddelerin izahına girmiyor ve sizlerin anlayışına havale ediyoruz.
Evet, bu âlemin sahibi olan zatın en has misafiri ve en makbul mahluku insandır. Zira:
1. İnsan, Cenab-ı Hakk’ın şu kâinat içindeki umumi rububiyetinin merkezidir. Bütün eşya insanın istifadesine verilmiş, âdeta şu âlem insan için yaratılmış ve onun istifadesine imkân verecek şekilde terbiye edilmiştir. Bitkilerden hayvanlara, Güneşlerden Aylara kadar her bir mahluk insanın bir hizmetçisidir ve ona hizmet edecek şekilde yaratılmıştır. İşte bu durum ispat der ki, insan, bu âlemin sahibinin en kıymetli misafiridir.
2. İnsan, Cenab-ı Hakk’ın hitabına mütefekkir bir muhataptır. Yani Allah-u Teâlâ bu âlemde sadece insan ile konuşmuş ve semavi kitaplarıyla insanı kendisine bir muhatap kabul etmiştir. İşte bu durum – insanın ilahî kelama mazhariyeti- ispat der ki insan, bu âlemin sahibinin en has mahlukudur.
3. İnsan, Allah-u Teâlâ’nın isimlerine en geniş bir aynadır. Neredeyse kâinatın tamamında tecelli eden isimler, tek bir insanda tecelli etmekte ve insan âdeta bu tecelliye mazhariyeti ile koca bir âlem olmaktadır. Evet, insan, Allah-u Teâlâ’nın hem ekser isimlerine, hem İsm-i Azam’ına, hem de her bir ismin en yüksek tecellisine mazhardır. İşte bu durum da ispat eder ki insanın, bu âlemin sahibi katında başka bir kıymeti vardır.
4. İnsan, Allah-u Teâlâ’nın bir mucize-i kudretidir. Bir damla sudan yaratılmış ve hadsiz maddi ve manevi cihaz ve duygularla donatılmıştır. Sadece insana verilen aklı terazinin bir kefesine, başka bir mahluka verilen bütün cihazları da terazinin diğer kefesine koysak, akıl tek başına ağır basacaktır. Şimdi bu akla, insana verilen diğer duygu ve cihazları ekleyin ve insanın ne kadar kıymetli bir mahluk olduğunu gözünüzle görün!
5. İnsan, rahmet hazinelerinin bir müfettişidir. Cenab-ı Hak insanı, hazinelerinin bir müfettişi suretinde yaratmış ve rahmet hazinelerini tartması ve tanıması için en ziyade cihaz ve aletlerle onu donatmıştır. Dilden göze, kulaktan akla, burundan ele kadar her şey âdeta bir anahtar olmakta ve rahmet hazinelerinin nimetlerini tartmaktadır. İşte bu durum da ispat eder ki insan, bu âlemin sahibinin nazlı bir misafiridir.
6. İnsan; bu dünyada Allah’ın halifesi, emanetinin taşıyıcısı, mahlukatının reisi, esma-i İlahiyenin tecellililerinin bir seyircisi ve bu âlemde Cenab-ı Hakk’ın en nazenin bir kuludur.
7. İnsan; nihayetsiz nimetlere muhtaç, ölüm ve fenadan en ziyade müteellim, bekaya ve ebedî saadete en ziyada müştak, hayvanat içinde en nazik, en nazdar, en fakir ve en muhtaç, dünya hayatı cihetiyle de en müteellim ve en bedbaht olduğu hâlde, kabiliyet ve istidatça mahlukatın en ulvisi ve en yükseğidir.
Bu âlemin sahibinin insana verdiği kıymet saymak ile bitmez. Zaten her kim kendi vücudunu tefekkür etse, kendisine verilen kıymeti görecek ve bu misafirhanenin en has misafiri olduğunu tasdik edecektir.
Şimdi, acaba hiç mümkün müdür ki, bu âlemin Rabbi olan zat, insana bu kadar kıymet versin de; daha sonra onu diriltmemek üzere öldürsün ve yokluğa mahkûm etsin ve ona olan muhabbet ve kıymetini hiçe indirsin, kendi hakkaniyetine taban tabana zıt ve hakikat nazarında gayet çirkin bir haksızlık etsin? Elbette mümkün değildir!
Ve yine hiç mümkün müdür ki Allah-u Teâlâ, insanı bütün mahlukatının en bedbahtı, en biçaresi ve en zelili yapıp en mübarek ve nurani bir hediye-i hikmeti olan aklı, o biçareye en meş’um ve zulmani bir alet-i tazip yapıp hikmetine büsbütün zıt ve merhametine külliyen münafi bir merhametsizlik etsin? Hâşâ ve kellâ!
Evet, insana verilen bu kadar kıymet ispat eder ki, insan sadece bu muvakkat dünya için değil; ebedî ve baki bir memlekete gidecek ve ona göre çalışıyor.
Hem insana verilen bu kadar cihazat yalnız bu hayat için olamaz. İnsanın kalb cüzdanındaki latifelerin, akıl defterindeki hislerin ve istidadındaki cihazatın, tamamen ve müttefikan saadet-i ebediyeye müteveccih ve ona göre verilmiş olduğuna ehl-i tahkik ve keşif müttefiktirler.
Mesela, aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi olan hayal kuvvetine denilse ki: “Sana bir milyon sene ömürle dünya saltanatı verilecek; fakat sonra yok olacaksın.” Vehim aldatmamak ve nefis karışmamak şartıyla, “Oh!” yerine “Ah!” diyecek ve üzülecek. Demek en büyük fâni, en küçük bir alet ve cihazat-ı insaniyeyi doyuramıyor.
İşte, insanın ebede uzanmış emelleri, kâinatı ihata etmiş fikirleri ve ebedî saadete uzanan arzuları gösterir ki, insan ebed için yaratılmış ve ebede gidecektir. Bu fâni dünya ona bir misafirhanedir ve ahiretine bir bekleme salonudur.