16-) Salisen: Rahmet-i İlahiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini zahir ve batın duygularla tadıp anlamak makamında şükür ve sena vazifesini edaya başladılar.
İnsanın diğer bir vazifesi de şükür ve senadır. Şöyle ki: Cenab-ı Hak şu yeryüzünü bir sofra-ı nimet yapmış ve rahmet hazinelerinin nadide eserleri ile bu sofrayı donatmıştır. İnsanı ise bu sofranın en gözde misafiri yapıp bu sofradan istifade edebilmesi için gerekli olan zahirî ve batınî duygular ve cihazlarla onu teçhiz etmiştir.
El, dil, göz, kulak ve burun gibi zahirî duygular; tat alma, akıl, hayal, muhabbet, meyil ve açlık gibi manevi duygular…
İşte insanın bu makamdaki vazifesi, kendisine verilen maddi ve manevi duygularla bu yeryüzü sofrasındaki nimetleri tatmak ve daha sonra da şükür ve sena vazifesini eda etmektir.
Şükrün, sebeb-i hilkat-i âlem olduğu hakikatine Üstadımız Mektubat’ında şöyle işaret etmektedir:
“Evet, Kur’an-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de Kur’an-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilatı şükrü intaç edecek bir surette, her bir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulatın en âlâsı şükürdür.
Çünkü hilkat-i âlemde görüyoruz ki, mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip içinde nokta-i merkeziye olarak hayat halk edilmiş. Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını yetiştirir. Demek, kâinatı halk eden zat ondan, o hayatı intihap ediyor.
Sonra görüyoruz ki, zîhayat âlemlerini bir daire suretinde icad edip insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor. Âdeta, zîhayatlardan maksud olan gayeler onda temerküz ediyor; bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp ona hizmetkâr ve musahhar ediyor, onu onlara hâkim ediyor. Demek, Hâlık-ı Zülcelal, zîhayatlar içinde insanı intihap ediyor; âlem de onu irade ve ihtiyar ediyor.
Sonra görüyoruz ki, âlem-i insaniyet de belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vazedilmiş. Bütün nev-i insanı ve hatta hayvanatı rızka âdeta taaşşuk ettirip onları umumen rızka hadim ve musahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır.
Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri câmidir. Hatta rızkın çok envaından yalnız bir nevinin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zâika namında bir cihazla mat’ûmat adedince manevi, ince ince mizancıklar konulmuştur. Demek, kâinat içinde en acip, en zengin, en garip, en şirin, en câmi, en bedi hakikat rızıktadır.
Şimdi, görüyoruz ki, her şey nasıl ki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor. Öyle de rızık dahi bütün envaıyla manen ve maddeten, hâlen ve kâlen şükürle kaimdir; şükürle oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor.
Çünkü rızka iştiha ve iştiyak, bir nevi şükr-ü fıtridir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-ı şuuri bir şükürdür ki, bütün hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalâlet ve küfürle o fıtri şükrün mahiyetini değiştiriyor, şükürden şirke giriyor.
Hem rızık olan nimetlerde gayet güzel, süslü suretler, gayet güzel kokular, gayet güzel tatmaklar şükrün davetçileridir; zîhayatı şevke davet eder ve şevkle bir nevi istihsan ve ihtirama sevk eder, bir şükr-ü manevi ettirir. Ve zîşuurun nazarını dikkate celbeder, istihsana tergib eder. Nimetleri ihtirama onu teşvik eder; onunla kâlen ve fiilen şükre irşad eder ve şükrettirir. Ve şükür içinde en âli ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır.
Yani gösterir ki, şu lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zahiriyesiyle beraber daimî, hakiki, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı Rahmaniyi şükürle kazandırır. Yani rahmet hazinelerinin Malik-i Keriminin hadsiz lezzetli olan iltifatını düşündürüp şu dünyada dahi cennetin baki bir zevkini manen tattırır. İşte rızık, şükür vasıtasıyla o kadar kıymettar ve zengin bir hazine-i câmia olduğu hâlde, şükürsüzlükle nihayet derecede sukut eder…
Şükrün mikyası kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helal demeyip rast geleni yemektir.” (Devamı için bakınız: 28 Mektup/Beşinci Risale olan Beşinci Mesele)
Ayrıca şükrün manası ve mahiyeti hakkında daha geniş bilgi için, 7. Söz’de yaptığımız izahlara müracaat edebilirsiniz.