2- Ve o ağacın, birliğiyle beraber muhtelif başka başka meyveler vermesi ise,…
Mezkûr cümlede üç tabir geçmektedir: Kudret-i Samedâniye, rubûbiyet-i İlâhiye ve saltanat-ı ulûhiyet… Bu ifadeleri izah etmeden önce, bu sıfatların gözüktüğü hadiseyi bir parça tefekkür edelim.
“Bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak!” Bu gerçekten de hayret verici bir hadisedir. Şöyle ki: Mesela, bir damla nutfe tek bir şeydir. Cenab-ı Hak o nutfeden insanı yaratıp ona onlarca aza takar. Evet, tek bir şeyden yaratılan onlarca aza!
Yine yumurta tek bir şeydir. Allah-u Teâlâ o tek bir şeyden bir hayvanı yaratır ve ona onlarca cihaz ve azayı takar. Tek bir yumurtadan onlarca aza ve cihaz çıkarır!
Yine çekirdek tek bir şeydir. Allah-u Teâlâ o tek çekirdekten, onlarca dalı ve binlerce yaprak ve meyvesi olan ağaçları çıkartır. Tek bir şeyden dağ gibi ağaçları yaratır!
Yine tohum tek bir şeydir, ama ondan çıkan çiçeğin onlarca yaprağı, kökü ve gövdesi vardır. Burada da tek bir tohumdan birçok eşya çıkartılmıştır.
Kaziye bazen de bunun tersi olur. Her şey, bir şeye döndürülür. Mesela birçok yemek yeriz, hepsi tek bir cismi meydana getirir. İki hidrojen bir oksijen bir araya gelir, tek bir su olur. Onlarca kimyevi element birleşir ve tek bir mahluk vücuda gelir. Yine toprak tek bir şeydir, ama ondan her şey yaratılır ve bunlar gibi…
Bu meseleyi Üstadımız Mesnevi-i Nuriye’de şöyle izah eder:
“Bakınız! Her bir masnûun yüzünde öyle bir sikke vardır ki, ancak her şeyi halk eden Hâlık’a mahsustur. Ve her bir mahlukun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki, her şeyi yapan Sâni’den maada kimsede o hâtem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği mektuplarından her bir mektubun ahirinde, taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki, ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed’e hastır. O gibi sikkelerden yalnız hayat üzerinde parlayan sikke-i i’câza bakınız ki, hayatla bir şeyden pek çok şeyler husule gelir, icad edilir ve pek çok şeyler dahi bir şey-i vahide emr-i Rabbanî ile inkılâp ederler. Mesela su, bir şey-i vahid iken pek çok uzuvlara, cihazlara Allah’ın izniyle menşe olur, icad edilirler. Ve mideye giren pek çok muhtelif yemekler ve meyvelerden Hâlık-ı Teâlâ tek bir cismi icad eder, tek bir cisim husule getirir. İşte kalb, akıl, şuur sahibi olan bir adam bu ciheti düşünürse anlar ki, bir şeyden çok şeyleri icad edip çıkartmak ve çok şeyleri bir şeye tahvil etmek, ancak her şeyi halk eden ve her şeyi yapan Sâni’a mahsus bir sikkedir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Bu izahlardan sonra, şimdi sıra geldi şu üç lafzın manasına: Kudret-i Samedâniye, rubûbiyet-i İlâhiye ve saltanat-ı ulûhiyet…
Kudret-i Samedâniye: “Samed” Allah’ın bir sıfatı olup “Hiçbir şeye muhtaç olmadığı hâlde, her şeyin kendisine muhtaç olduğu zat” manasındadır. “Kudret-i Samedaniye” ise: “Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu zatın kudreti demektir.
Üstadımızın, bu tabiri burada kullanmasının sebebi ise “Bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak!” hadisesine dikkatleri çekmek içindir. Zira böyle bir fiili yaratmak, ancak nihayetsiz bir kudret ile mümkündür. Bu iş, alelade ve basit bir iş değildir. Ülfetimiz sebebiyle gözümüzden kaçan bu harikulade fiil, ancak ve ancak böyle bir kudret-i Samedaniye ile vücud bulabilir.
Ayrıca Üstadımızın “kudret” kelimesini “Samed” sıfatına isnadı da manidardır. Yani mana bununla şöyle tamamlanmış olur: Böyle nihayetsiz bir kudret, ancak ve ancak Samed olan zata mahsustur. Her şeyiyle âciz ve zayıf olan sebepler, böyle harikulade bir fiile fail olamazlar. Bu fiilin faili olabilmek için Samed olmak gerekir. Çünkü böyle nihayetsiz bir kudret, ancak Samed olan zatta bulunabilir ki, O da Allah-u Teâlâ’dır.
Rubûbiyet-i İlâhiye: Rububiyet, Cenab-ı Hakk’ın her şeyi terbiye etmesi, beslemesi, büyütmesi, hâlden hâle sokması, yaşatması ve idare etmesi gibi manalara gelmektedir. Bu manalarıyla, “Bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak” fiilinde kudret gözüktüğü gibi rububiyet de gözükmektedir. Çünkü bu aynı zamanda bir terbiyedir ve hâlden hâle sokmaktır, bu da rububiyetin bir tecellisidir.
Rububiyetin “ilahlık” sıfatına isnadı da manidardır. Yani, bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak gibi bir rububiyet, ancak bir ilahta bulunur ve onun terbiyesi ile olabilir. Âciz ve fakir sebepler bu terbiyeyi yapamazlar ve bu rububiyete sahiplik iddiasında bulunamazlar, demektir.
Saltanat-ı ulûhiyet: “Bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak” hadisesinde aynı zamanda bir saltanat da gözükmektedir. Şöyle ki: Bu hadise, yeryüzünden semalara kadar bütün kâinatta aynı anda gözükmektedir. Demek bu fiilin faili olan zat bütün kâinatta hüküm etmektedir, her yer onun saltanatının topraklarıdır ve hükmü her yerde geçerlidir. Zira fiilin birliği, failin birliğine delalet eder. Madem fiil birdir, o hâlde fail de bir olmalıdır ve madem bu fiil sinekten yıldızlara kadar her şeyde gözükmektedir, o hâlde faili olan zatın sözü de her yerde geçmelidir. Bu da ancak bu zatın bütün kâinatın sultanı olması ile mümkündür.
Saltanatın “ulûhiyet” sıfatına isnadı da yine manidardır. Yani böyle bir saltanat, ancak ilahlık makamının sahibinde bulunabilir. Bütün kâinata hükmedemeyen ve ilah olmayan, “Bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak” fiiline fail olamaz.
Netice: “Bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak” fiilinde kudret, rububiyet ve saltanat gözükmektedir. Böyle bir kudret, ancak Samed olan bir zatta bulunabilir; böyle bir rububiyet, ancak bir ilahta olabilir ve böyle bir saltanat da ancak ulûhiyet makamının sahibine ait olabilir. Demek, bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak, kudret-i Samedâniyenin sikkesi ve rubûbiyet-i İlâhiyenin hâtemi ve saltanat-ı ulûhiyetin turrasıdır.