4-) Nasıl ki insan şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fatiha-i Şerife şu Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlukatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
Bu paragrafta üç nokta üzerinde duracağız:
1- İnsanın şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarı olması.
İnsan kâinatın bir küçük misalidir, yani kâinatta ne varsa, küçük bir örneği insanda vardır. İşte bazıları:
1- Yeryüzünün dörtte üçü sudur, insanın vücudunun da dörtte üçü sudur.
2- Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler vardır; bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcuttur.
3- Yeryüzünde dağlar, topraklar; bizde ise buna mukabil kemikler vardır.
4- Yeryüzünde nehirler vardır, bizde kılcal damarlar.
5- Yeryüzünde ormanlar vardır, bizde saç ve kıllar.
6- Âlemde levh-i mahfuz (her şeyin yazıldığı levha) var¬dır, bizde ise hafıza kuvveti.
7- Âlemde arş, bizde kalp.
8- Âlemde kürsü, bizde akıl.
9- Âlemde misal âlemi, bizde ise hayal kuvveti.
10- Âlemde şeytan, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.
11- Âlemde melek, bizde ilhamlar.
12- Âlemde itme ve çekme kuvveti, bizde ise dâfia ve ca¬zibe kuvveti.
13- Âlemde kasırgalar ve fırtınalar, bizde ise öfke.
14- Âlemde bahar, bizde neşe…
Bunlar ve daha birçok benzerlikler gösterir ki: İnsan küçük bir kâinattır, kâinat ise büyük bir insandır. Bir insanın ölümünün, bir âlemin ölümü olmasının bir sırrı da budur.
Hem bu hakikatten anlaşılır ki, insanı kim yaratmış ise onun büyük bir numunesi olan kâinatı da o yaratmıştır. Ya da kâinat ki¬minse insan da onundur.
2- Fatiha-i Şerife’nin Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveri olması.
Üstadımız, Fatiha-i Şerife’nin Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveri olması meselesini “İşaratü’l-İ’caz” tefsirinde şöyle beyan etmiştir:
“Kur’an’daki anasır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür…
بِسْمِ اللهِ ve اَلْحَمْدُ ِللهِ gibi ayetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?
Evet, قُلْ (de, demektir) kelimesi, Kur’an’ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve mukadder olanقُلْ kelimelerine esas olmak üzere بِسْمِ اللهِ tan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani, “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et!” Demek besmelede ilahî ve zımnî bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan قُلْ emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü Resul olmasaydı, tebliğ ve talime memur olmazdı.
Kezalik, hasrı ifade eden câr ve mecrûrun takdimi, tevhide imadır.
Ve keza, اَلرَّحْمٰنِ nizam ve adalete, اَلرَّحِيمِ de haşre delalet eder.
Ve keza اَلْحَمْدُ ِللهِ daki ل ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir.
رَبِّ الْعَالَمِينَ adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye, resuller vasıtasıyla olur.
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ zaten sarahaten haşir ve kıyamete delalet eder.” (İşaratü’l-İ’caz)
Mezkûr izahları şöyle özetleyebiliriz: Kur’an’ın ana maksatları dörttür: Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet. Fatiha-ı Şerif bu dört maksadı kendinde cem etmesi cihetiyle âdeta küçük bir Kur’an olmuştur. Şöyle ki:
A- اَلْحَمْدُ ِللهِ ifadesinin başında gizli ve mukadder bir قُلْ emri vardır. Ayetin manası bu şekilde “De ki: Hamd Allah’a mahsustur!” Yani “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et!” İşte bu gizli قُلْ , risalet ve peygamberliğe işarettir. Çünkü Resul olmazsa tebliğ de olmaz. Netice olarak, bu gizliقُلْ kelimesi Kur’an’ın maksatlarından biri olan nübüvveti ders vermektedir.
B- Hasrı ifade eden câr ve mecrûrun takdimi, tevhide imadır. Yani بِسْمِ اللهِ kelimesinde بِ câr, kendinden sonra gelen kelime ise mecrûrdur. Arapçada câr ve mecrûrun takdimi hasrı ifade eder. Buna göre mana: “Sadece Allah’ın ismiyle” olur ki, bu da tevhide imadır. Demek Fatiha’daki besmele, Kur’an’ın dört maksadından biri olan tevhidi ders vermektedir. (İşaratü’l-İ’caz)
“İşaratü’l-İ’caz” tefsirinden naklettiğimiz diğer bölümler açık olduğundan onların izahını yapmıyor ve sözün özü olarak diyoruz ki: Fatiha-i Şerife Kur’an-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Kur’an’ın ana maksatları bu surede ders verilmekte, âdeta bu cihetiyle Fatiha-i Şerife küçük bir Kur’an olmaktadır.
3- Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlukatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
Burada namazın iki özelliğinden bahsedilmiş:
1- Namazın bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniye olması.
Namaz bütün ibadetleri içinde cem eden bir ibadettir. Mesela:
• Namazda oruç vardır, zira namaz kılan bir kimse yemek yiyemez ve bir şeyi içemez.
• Namazda Kur’an okumak vardır.
• Namazda tesbih, takdis, tekbir ve hamd vardır. Yani namaz zikrin hülasasıdır.
• Namazda tefekkür vardır. Zira namaz kılan kişi Kâbe’yi karşısına alır ve bu tefekkür ile namazını kılar.
• Namazda kelime-i şehadet vardır. Her tahiyyat okuyuşunda kelime-i şehadet tekrar edilir.
• Namazda dua vardır.
• Namazda tesettür ve setr-i avret vardır.
• Namazda abdest vardır…
2- Namazın bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiye olması.
Şu âleme dikkat ile bakılsa görülür ki, her bir mahluk bir ibadet-i mahsusa ile meşguldür. Bu mahluk bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükûda ve bir kısmı da secdededir. Mesela, ağaçlar kıyam yaparak Rablerine ibadet ederler. Bazen de rüzgâr ile rükûa giderler ve Kudret-i İlahiye’nin karşısında eğilirler. Bazen de olur ki, Azamet-i İlahiye karşısında çatlarlar ve başlarını secdeye koyarlar.
Çiçekleri ise genelde rükûda görürüz. Boyunlarını bükerler ve Azamet-i Rabbaniye karşısında küçülürler, büzülürler ve başlarını rükûdan kaldıramazlar.
Dağlar ise kıyamdadır, Cenab-ı Mevla’larını kıyamda zikrederler.
Ot ile beslenen hayvanlar ise, beslenme anında âdeta secdeye giderler ve boyunlarını bükerek Rezzak-i Kerim’in karşısında eğilirler, O’na şükür ve hamd ederler.
Daha bunlar gibi, her kim ibadet gözüyle şu âleme baksa, bir kısım mahluku kıyamda, bir kısmını rükûda, bir kısmını secdede ve bir kısmını da teşehhüdde görür.
Ayrıca melekler de böyledir. Bir kısmı yaratıldığı günden beri kıyamdadır. Bir kısmı milyonlarca senedir rükûdadır. Bir kısmı da secdede…
Sevgili Peygamberimiz, Miraç olayının Kudüs’ten sonrasını şöyle anlatır:
“… Sonra beraberce göğe yükseldik. Cebrail aleyhisselam birinci kat göğün kapısını çaldı. Hemen kapı açıldı ve kendimi Âdem (a.s.)’ın karşısında buldum. Bana “Merhaba” dedi ve dua etti…
Burada çok melek gördüm. Hepsi kıyamda huşu ve huzu ile durmuşlar:
سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ الَمَلآئِكَتِ وَ الرَّوحِzikriyle meşguldüler. Cebrail’e sordum:
– Bu meleklerin ibadeti bu mudur?
– Evet, bunlar yaratılalıdan beri ta kıyamete kadar kıyam üzere olurlar.
Hak Teâlâ’dan diledim ki, bu ibadeti ümmetime nasip etsin. Duamı kabul etti. Namazda olan kıyam odur.
İkinci kat göğe çıktık. Cebrail aleyhisselam kapıyı çaldı. Kapı açıldığında kendimi, teyze çocukları İsa ile Yahya bin Zekeriyya (a.s.)’ın yanında buldum. Bana “Merhaba” dediler ve duada bulundular…
Meleklerden bir cemaate rastladım. Saf bağlayıp durmuşlar, cümlesi rükûda idi. Kendilerine mahsus bir tesbihleri vardı. Devamlı olarak rükûda dururlar, başlarını kaldırıp yukarı bakmazlar. Cebrail aleyhisselam: “Bu meleklerin ibadeti böyledir. Hak Teâlâ’dan iste de ümmetine nasip olsun.” dedi. Dua ettim. Kabul buyurup namazda rükûu ihsan eyledi.
Sonra üçüncü kat göğe çıktık, kapı açıldı ve kendimi Yusuf (a.s.)’ın yanında buldum. Baktım ki kendisine güzelliğin yarısı verilmiş. Bana “Merhaba” dedi ve dua etti…
Çok melek gördüm. Saf hâlinde, cümlesi secdede idiler. Yaratılalıdan beri secdede olup kendilerine mahsus tesbih ile tesbih ederler. Cebrail aleyhisselam: “Bu meleklerin ibadeti böyledir. Allah-u Teâlâ’dan iste ki, bu ameli ümmetine müyesser eylesin.” dedi. Hak Teâlâ’dan diledim. Kabul edip namazda size nasip eyledi.
Dördüncü kat göğe eriştim. Saf gümüşten yapılmış, nurdan bir kapısı var. Nurdan bir kilit vurmuşlar. Kilidin üzerindeلاَ اِلهَ اِلاَّ اللَّهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّه yazılı idi. Sual ve cevaptan sonra kendimi, İdris (a.s.)’ın yanında buldum. Bana “Merhaba” dedi ve duada bulundu… Bir melek gördüm. Bir kürsi üzerine oturmuş, gamlı ve üzüntülü idi. Etrafında o kadar çok melek vardı ki, sayısını ancak Cenab-ı Hak bilir.
Beşinci kat göğe çıktık, orada Harun (a.s.) ile karşılaştık. Bana “Merhaba” dedi ve hayır duada bulundu. Beşinci kat gök meleklerinin ibadetlerini gördüm. Cümlesi ayakta duruyor ve ayaklarının parmaklarına nazar ediyor, asla başka yere bakmıyor, yüksek sesle tesbih ediyorlardı. Hazret-i Cebrail’den “Bu meleklerin ibadeti böyle midir?” diye sordum. “Evet, Hak Teâlâ’dan dile de bu ibadeti ümmetine nasip eylesin.” dedi. Dua ettim. Cenab-ı Hak ihsan etti.
Sonra altınca kat göğe çıktık. Orada Musa (a.s.) ile karşılaştık. Bana “Merhaba” dedi ve hayır duada bulundu.
Sonra yedinci kat göğe yükseldik, sonra İbrahim (a.s.)’ı Beyt-i Ma’mur’a arkasını dayamış olarak buldum. O Beyt-i Ma’mur ki, her gün oraya yetmiş bin melek giriyor bir daha sıraları gelmiyor. (ŞERHİ DELÂİLÜ’L-HAYRÂT VE ŞEVÂRİKI’L-ENVÂR)
İşte namaz ef’al ve erkânıyla, meleklerin ve diğer mahlukların elvan-ı ibadetlerini cem etmiş bir harita-i kudsiyedir.